18 Ağustos 2014 Pazartesi

Linç kültürü ve toplumsal hassasiyetler üzerine notlar

Geniş bir yelpaze de toplumsal hassasiyetleri olan, her yerden hassaslaşan bir toplumun içinde yaşıyoruz. Kişilere kadar düşmüş bir hassasiyet listesinin olduğunu da biliyoruz mesela.
Her birey kendi hassasiyetleri üzerinden bir dünya kurarak yaşamaya çalışıyor. A kişisinin yanında bahsetmediğimiz konuları ve görüşleri B kişisinin yanında çok rahat bir şekilde bahsedebiliyoruz. Eskilerin söylemi ile “nabza göre şerbet” vererek yaşamaya uğraşıyoruz.
Çoklu kişilik bölünmesi olarak gösterilen bir hastalığı, çok rahat bir şekilde, hiçbir sorun veya sıkıntı duymadan yaşayabiliyoruz.
Toplumsal hassasiyetleri olan bir toplumuz vesselam! Her yanımızda, her anımızda bir hassasiyet, bir duygusal durum arzı endam ediyor. Ama öyle bir hassasiyetler listesi var ki elimizin altında, neredeyse nefes almamız bile birilerinin toplumsal hassasiyetlerine çok ters bir duruma tekabûl edilebiliyor.
Bir şeyi sorgulamak, birilerinin güzel dediğine 'hayır' diyebilmek ciddi anlamda içinde bulunduğumuz toplumdan aforoz edilmenize, hakaret yemenize, tehdit edilmenize denk gelen bir etkileşimi beraberinde getiriyor çünkü toplum olarak hassas bir toplumuz ve bu hassaslığımızın bozulmasını da hiç istemiyoruz.
Bu düşünmemek, anlık, hesapsız tepkiler vermekten kaynaklıdır aslında bugün ülkenin, insanların kötü gidişatı.
Aziz Yıldırım mesela; çıkar savaşlarından dolayı zıt gittiği iktidar tarafından bir süre tutuklanıp, serbet bırakıldığında 1000 operasyon yapmakla övünen, bir çok devrimcinin, onurlu insanın kanını ellerinde taşıyan Mehmet Ağar'ı ziyarete gidebiliyor.
Gezi direnişi sırasında sahibi oldukları otelin kapılarını açtı diye neredeyse devrimci ilan edilecek Koç ailesi bir süre sonra bir fabrika açılışını başbakana yaptırabiliyor.
Yine Gezi direnişine destek veren, ilk günler açıklamalar yapan hatta parka gelen bir çok 'ünlü' kişinin sonradan çok rahat bir şekilde değiştiğini görebiliyoruz.
Değişmek demeyelim aslında, özüne dönüyorlar. Geçmişlerine ihanet etmiyorlar.
İnsanlar geçmişleri ile vardır! Geçmişte yaptıkları ile vardır. Bunları bilerek hareket etmek, bunlara göre insanların yaptıklarını düşünmek gerekir.
Bugün, sırf yazdıklarını begenmediği için saldırılan, hakaretlere, tehditlere maruz kalan insanlar ile sizin aranızda hiçbir fark yok. Olmayacak da!
Değişik bir yandan bakalım bir de olaya, hazır geçmiş demişken!
Yalan olduğu her yerinden, her satırından belli olan bir gazete haberinden dolayı birini yargılamak, onu mahkum etmekte en basit deyimle cahilliğin nasıl içselleştirildiğini göstermektedir. Hiçbir kanıta dayanmayan ve her alanda yalan olduğu ispatlanan iddialar üzerinden birine saldırmak, hakaret etmek ama hiçbir şekil ve ad altında yazılanlara cevap verememekte insanın düşürüldüğü durumu göstermesi açısından önemlidir.
Yalan kötü birşeydir ama insanlar istediklerini duyduktan sonra onun yalan olmasının bir önemi olmuyor. Öyle bir hale getirildi ki insanlar, sırf galip gelmek adına herşeyi mübah sanıyorlar. Bu düşünceden dolayı da bu şekilde haraket ediyorla.
Fırsatçılıkla suçlanmak ise, aslında yazının okunmadığını, ezberden, birilerinin sözlerinden etkilenerek hakaretler edildiğini göstermektedir. Bu yazıyı yazana kadar tanımadığımı, ilgilenmediğimi daha ilk cümle de yazmama rağmen böyle bir eleştiriye maruz kalmak da aynı cahilliğin ürünüdür.
Birine öldükten sonra neden kötü denmez!
Bana bunun üzerinden gelip dayıma küfür edenlere ne demeli!
Sırf siz seviyorsunuz diye ona kötü diyememek, sırf sevdiğinizi söylediğiniz için onu eleştirememek, onunla alakalı tek bir yanlışını dahi söyleyememek!
Biat etmek düşünmemenin ürünüdür! Biat eden insan, biat ettiği kişi, örgüt ne varsa onu körü körüne savunan, onun eksikliklerini, yanlışlıklarını bilse dahi görmezden gelen insandır. Zaten biat etmek, köle olmak anlamıyla eş değer bir cümledir. Bu kadar saldırı ve hakaretin ortasında kalan bir gerçektir aslında söylediklerim.
Araya kısa bir not koyalım; doğru ve gerçek birbirinden ayrılan, birbirine hiç benzemeyen iki kavramdır. Bilim, herkesin bir doğrusu olduğunu söylerken gerçeğin sadece bir tane olduğunu, değiştirilemeyeceğini savunur. Herkes birşeylere inanır, inanmak için çabalar ancak nereye gizlerseniz gizleyin, elbet birgün gerçek gelir sizi bulur!
Benim üzerimden oy verdiğim partiye ve yazı yazdığım mecraya yönelik saldırılar ise tam anlamıyla fırsatçılıktır! İçindeki kini kusmaya bahane olmuştur yazdıklarım birileri için. Bunlar başlı başına anlamadan haraket etmenin ürünüdür.
Biraz daha ılımlı olanlar da var aslında. 'Tamam öyle olabilir ama sen bunu her yerde dillendirme' diye söze girip, olayların üstünü kapatmaya çalışan mesela. Öyle bir hale getirilmiş ki insanlık, gerçekleri sırf duymak istemedikleri için gizlemeye çalışan insanlar var artık!
Mitte çalışıyor diye işkenceci mi diye soruyordu bazıları da!
Evet!
Hele ki, darbe sürecinde, sosyalist, muhalif kim varsa toplandığı, işkencelerden geçirildiği bir süreçte, işkencelerin baş mimarlarından olan bir kurumda, yönetici olmak tam anlamıyla işkenceci olmaktır!
Kimse kusura bakmasın ama, sıradan birini bu kadar kolay büyük bir spor kulübünün başına geçirmezlerdi!
Bir holdingten ayrılıp başkan olmadı Seba, adı işkenceler, gözaltında kayıplar, ülke çıkarları için savaş çıkartmaya kadar düşünülen planlarla anılan bir kurumda yöneticiyken başkan oldu!
Öyle bir iktidar tarafından yönetiliyoruz ki; geçmişten beri faşist olan insanlara bile sırf bu iktidara karşı oldukları için demokrat gözüyle bakılabiliniyor. Hatta öyle görmekle kalınmayıp, o insanlar geçmişleri hiç olmamış gibi, hiç yokmuş gibi savunulabiliniyor. Bunu söyleyen kim olursa olsun hemen saldırıya uğrayıp, susturulmak istenebiliyor.
Linç eden insan düşünmez, yaptığının doğruluğunu veya yanlışlığını tartmaz. Sadece linç eder. Dünden beri yoğun bir linç politikasına maruz kaldım. Devam da edecek biliyorum. Ölünün arkasından konuşulmaz diyerek dayıma küfür edende, yalan bir haberden dolayı saldıran da, tehdit eden de hep aynı linç tayfasının ürünü. Linç eden insanların çoğu sabah kalkıp köle olarak çalıştıkları işlerine gidecekler, patronun hakaretlerine maruz kalacaklar. Ama susacaklar. Ezilmişliği, çaresizliği dibine kadar yaşayacaklar. Ama yine de ses edemeyecekler. Edemeyecekler. Belki patronları da onların savunduklarına küfür edecek ama para için, geçinmek zorunda oldukları için bütün herşeye göz yumacaklar. Çıkarı olmadığı insanı hemen ezen, ezmek için elinden geleni yapan insan çıkarları için ruhuna kadar ipotek koyan kişiye zerre kılını kıpırdatmayacak!
Keşke beni linç etmeye, saldırmaya harcadıkları öfkeyi hayatlarını düzeltmek için mücadeleye harcasalardı. Belki yarın daha güzel olurdu onlar için.
Zamanın birinde Kürtçe şarkı söylemek istediğini açıkladığı için linç edilen ama sonra ki yıllarda aynı kalabalıkta bulunan insanlar tarafından methiyeler dizilen Ahmet Kaya'nın söylemiyle;
“Nerden baksan tutarsızlık / nerden baksan ahmakça”
Süleyman Seba ile alakalı bir kaç yazı
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/arkandan-aglamiyoruz-seba
http://www.sendika.org/2014/08/suleyman-seba-kalabaligi-metin-kurt-yalnizligi-ozan-horoz/
http://blog.radikal.com.tr//spor/hayri-tunca-cevap-ya-da-gozyasimi-siler-misin-kardes-69582

@hayritunc

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder