27 Ağustos 2014 Çarşamba

Sol sen ne kadar da kötü birşeymişsin, keşke hiç olmasaymışsın! Bir kitabın analizi; Yoldaşını Öldürmek

"Bedri öldükten
İki sene
Beş ay
Yirmi gün sonra
Parti kararıyla itibarı iade edildi
Ateş emri veren komutan duydu
Bedri yoldaş duymadı."

Uzun zaman önce izlediğim “Kapımdaki Düşman” adlı filmin açılış sahnesinde Volga nehrini geçen Sovyet askerlerinin Stalingrad'a giriş anı gösteriliyordu. Bu sırada, bulundukları teknelerden atlayıp karaya çıkmak istemeyen, geri dönüp kaçmak isteyen Sovyet askerlerinin üstleri tarafından vurulmaları o gün bana çok ters ve saçma gelmişti.

Bir devrimci başka bir devrimciyi nasıl vurur?

Nasıl bu şekilde aynı yoldaşını öldürebilir?

Ancak aynı dönemde hem okudğum kitaplar hem de konuştuğum insanlardan bu durumun gerçek olduğunu anlamıştım.

Evet, bir devrimci, daha bir kaç saat önce yanyana çay içtiği bir yoldaşına bunu yapabilirdi. Hele ki savaş ortamında isen bu daha yakıcı bir gerçek olarak ortada duruyordu. Ancak bu yapılanların hepsi doğru, hepsi iyi değildi. Olmuyordu da. Savaş ortamında, kısıtlı imkanların arasında yapılan bu tip eylemlerin içinde en dikkat çekeni ise, “hain, işbirlikçi” gibi tanımlar ile insanların öldürülmesidir herhalde. Bir insan nasıl hain olur, nasıl hain suçlaması ile karşılaşabilir. Bugüne kadar bununla alakalı ciddi bir araştırma olduğunu sanmıyorum. Insanın nasıl o güne kadar büyük bir inançla savunduğu bir düşünceyi bir anda terk etmesi ciddi araştırmaların, ciddi yoğunlaşmaların sonucu ortaya çıkacaktır.

Pişmanlık!

Bir şeyden vazgeçmenin, o güne kadar yaptığı bir eylemin (eylem geniş anlamıyla kullanıldı) ardından onun yanlış olduğuna, yapılmaması gerektiğine ve yapmış olmanın suçluluğuna ilk adım. Aslında çok insani bir duygu pişmanlık. Herkes pişman olabilir, olmuştur da. Pişman olmanın hiçbir yanlış yanı yok ancak sorun sonradan pişmanlık duygusunun yerini alan duygu ve davranışlarla başlıyor.

Pişman olan insan için yapılacak iki şey vardır; birincisi bu pişman olduğu eylemi veya davranışı sorgulayıp onu düzeltme yoluna gitmek, ikincisi ise, bu eylem veya davranışı birilerinin üzerine atıp kendi eksikliklerini, kendi hatalarını saklamaya çalışmak. İhanet'te bu noktadan sonra başlıyor zaten. Ihanet eden insan kendi pişmanlıklarını başkalarının üzerine yıkıp, içinde olduğu o "ihanetçilik" sıfatından kendince kurtulmak ister. Bunun içinde elinde olan her imkanı kullanır.

Yoldaşını Öldürmek kitabının yazarı da bunu yapıyor işte. Elinde olan her imkanı kullanarak, üzün bir dönem savunduğu görüşlerin ne kadar da yanlış, ne kadar da kötü olduğunu, aslında bu görüşlerin insanı insanlıktan nasılda çıkarttığını ispat etmeye çalışıyor. Bunu yaparken de kitabın her satırında kendini aklamayı unutmuyor.

Aslında kitap uzun zamandır çok tartışılmayan bir konuyu, örgütlerin içinde gerçekleşen infazları, infaz edilenlerin hikayelerini anlatmak amacıyla çıktığını söylüyor. Kitap içerisinde 12 kişinin hikayesi var. Bunların hepsi örgütler tarafından "hain", "işbirlikçi", "devrim kaçkını" gibi suçlamalarla infaz kişiler. Bu kişilerin bazılarının daha sonraları itibarları iade ediliyor. Ölüm emrini veren parti hatasını kabul ediyor. Bu infazlar, bu infazlarda yaşanan yanlış tutumlar saklanmayacak, itiraz edilmeyecek kadar açık. Ancak burada yazar, öldürülen bu insanların hesaplarını sormuyor, sormak istediğini de sanmıyorum. Kitap daha ilk sayfalarından itibaren yazarın kendini aklama çabasına bir araç olmaktan öteye geçmiyor. Bu aklama çabasında da devrimci örgütler tamamen "şeytan", "devletle anlaşmış, insanların beyinlerini yıkayarak kullanan" ucube örgütlere dönüşüyor. Kitabın başlarında cezaevleri için devletin yıllarca müdahale etmek için kullandığı "örgüt kampı" tabirini kullanarak tarafını belli eden yazar, içeride örgüt yöneticilerinin hiçbir şekilde eleştirilemediğini, tanrı gibi görüldüğünü ima ederek, hatta söyleyerek herkesin de bu durumu kabullendiğini ancak bir tek kendisinin karşı çıktığını açıklıyor. Yazar bununla da kalmıyor, daha ilk sayfalarda örgütleri devlet ile işbirliği içinde olmakla suçluyordu.

"Devlet dışarıda dağda hergün katliamlar yaparken, hapishanede bizlere neden dokunmuyor ya da dokunamıyor? Bu sorunun cevabını bulamıyordum. Hapishaneydik ama kapatmanın dışında devletin memurları iç yaşamımıza dokunmuyordu, adeta aradan çekilmişlerdi.(..) Örgüt sorumlularına sorsanız, "direnerek kazanlık bu hakları" diyorlardı. "

Direnerek hiçbir şeyin kazanılacağına ikna olmayan yazar bu konuya delil olarakta yaşanan infazları gösteriyordu. Ancak nedense yazar, dünyanın her yerinde devrimci tutsakların direnerek bir çok şeyi kazandıklarını görmezden geliyor, hiç bunlardan bahsetmiyordu. Kitabın başka bir bölümünde ise bu inanmadığı direnişle kazanılan haklardan biri olan -ölüm orucu eylemleri sonrası kapatılmıştı- tabutluklarıyla ünlü Eskişehir cezaevinin yeniden açılmasını da devrimci örgütlerin yanlışlarından biri olarak gösteriyordu. Direnerek birşey kazanılmaz diye düşünüp sonra da kazanımları kaybediyorlardı diye eleştirmekte yazarın sosyalistleri karalama da nasıl ileri gittiğini gösteriyordu.

Yazarın anlattığı ilk infazın yanlışlığına dair delil olarak o dönemde cezaevine giren Yalçın Küçük'e polisin söylediklerini göstermesi ise kitabın objektif olmadığını gösteriyor. Polisin insanı nasıl yanlış yönlendirdiğini, işkencelerde insanlara yalan yanlış ifadeler imzalattığını görmezden gelerek çok rahat bir biçimde kendisine delil olarak kullanmaktadır. Burada kısa bir ara verelim; uzun zaman önce bir kitap okumuştum, "Kürt Halkına Karşı Nasıl Savaştık" adında kısacık bir kitaptı. Bir askerin Kürdistan da yaşadıklarını, tanık olduğu infazları anlattığı bir kitap. Ancak kitabın her yerinde, her satırında yazan askerin "ben katılmadım", "ben bunları yapmadım" cümlelerine tanık olabilirdiniz. Yazar, bu suçlardan pişmanlık duyup bunları açıklarken kendi üzerindeki suçları da başkalarına atmakta hiçbir sakınca görmüyordu. Tıpkı bu kitapta olduğu gibi.

Yazar, kitabın her satırında devrimcilere, devrimci örgütlere kinini kusmaktan geri durmuyor. Sorgul'un infazının anlatıldığı bölümde PKK içerisinde kadına eziyet edildiği, kadının hor görüldüğü gibi imalar ise tam anlamıyla yazarın içinde bulunduğu içler acısı durumu gözler önüne seriyor. Tıpkı bir zamanlar çıkan "PKK de kadın olmak" kitabında anlatılan ve devletin söylemiyle birebir uyum sağlayan yalan yanlış hikayeler gibi.

Kendisini her şekilde işin dışında tutan, partiyi eleştirenlerin infaz kararının verildiğini söyleyen yazar, kendisinin nasıl olup bu infaz cenderesinden kurtulduğunu ise açıklamamıyor. Bunun yerine tek doğrunun kendisi olduğunu, kendisinin dışında hiç kimsenin doğru söylemediğini, kimsenin o infazlara ses etmediği söylüyor, hatta kitabın bir yerinde bu iddialarını daha da ileriye götürerek;

"Özgürlük mücadelesi veren bir örgüt, ironik biçimde köle insan yaratma çabası içindeydi" sözleriyle nerede durduğunu da belli ediyordu. Bununla da durmayan yazar, üyesi olduğu iddiası ile yakalandığı partiden ihraç edilip başka bir cezaevine gönderilmesini de örgütün devletle anlaşmasına bağlıyor, bunu da yine kendine çevirmeyi ihmal etmiyordu.

"Örgüt hapishane idaresine baskı uyguladı, devletle anlaştı, beni örgütlerin olduğu bri hapishaneye değil, buraya göndertti.(..) Hayatımda örgütle devletin bir konuda uzlaştığını gördüm, o da benim durumumla ilgiliydi"

Örgüt içi infazları anlatma iddiasıyla ortaya çıkan kitap, yazarın kendisini övdüğü, devrimci örgütlere sövdüğü, devlete ise "ayıp olmasın" diye dokunduğu bir kitaptan öteye geçmemiş durumda.

Kitabın bir yerinde mahkemeye çıktığı bir yerde devrimci örgütlerin kendisini istemediğini görünce yıkıldığını söyleyen yazar, orada bir adli tutsağın kendisini yanına çağırması ile kafasında bir çok şeyin değiştiğini, adli tutsakların daha insan olduklarını gördüğünü söylüyor. Bununla da yetinmeyip, yozlaşma anlamında bir eleştiri kavramı olan "adlileşme" kavramını da örgütlerin insanları aşağılamak için kullandığından bahsediyor. Kendi geçmişine bu kadar söven, bu kadar geçmişini aşağılayan insana ne denir biliniyor. Sırf devrimci bir örgüte saldırmak için, yapmadıklarını yapmış gibi göstermek tam anlamıyla aymazlıktır. Art niyetli yaklaşımdır. Zaten kitabın tamamında da bu kendini açıkça göstermektedir.

Tabutluklara, cezaevlerinde hat safhaya ulaşmış baskılara karşı yapılan ölüm orucu ve süresiz açlık grevi eylemlerine bakışı bile bunu tek başına göstermektedir. Kitabın sonlarında ele aldığı ölüm orucu direnişini yazar şu sözlerle açıklıyor;

"Bu ve buna benzer nedenlerden ötürü, 96 ölüm orucunun hapishanelerdeki kötü uygulamalara karşı yapıldığını düşünmedim hiçbir zaman. Bu eylemin asıl iki büyük amacı vardı. Bunlardan biri, iktidar oldukları Bayrampaşa hapishanesi gibi hapishanelerde var olan durumu korumak, dışarıda ise sürekli polis operasyonlarıyla darbe yiyen, örgüt içi bölünmeler sonucunda ise küçülen ve dağılma noktasına gelmiş olanların, içeriden direnerek ( gerekirse bunun için ölerek) dışarıdaki örgütü kurtarma girişimi olarak değerlendirmek bana daha gerçekçi gelmiştir"

Yazar bu alıntıda da belli olduğu gibi kendini aklama uğruna ölen insanları çok rahat bir biçimde kullanmaktadır. Burada şunu da söylemekte yarar var, derdim bu ölümler olmamıştır ya da hepsi haklıdır demek değil, böyle birşeyi söyleyemem de! Bu ölümler oldu ve bu ölümlerin bazıları gerçekten haksız yere oldu. Bu ölümlerin hatta sadece bu ölümlerin değil, bütün yanlışların araştırılması, ortaya çıkarılması gerekli. Ama bunlar üzerinden birileri kendilerini aklamamalı! Ölen bu insanların üzerinden kendini aklamaya çalışmak, yanlış uygulanan kararlar kadar kötü ve yanlıştır. Ancak bunlar bu şekilde birilerinin kendini aklama çabasına alet edilmeden, objektif bir şekilde yapılmalı. Hem de bir an önce yapılmalı. Yoksa bunun gibi yazılar, kitaplar çıkmaya devam edecek, bu ülkede ne kadar iyi şey olmuşsa içinde büyük katkısı olan devrimciler hep hakaretlere mazur kalacaktır. Birde nedense bu tip kitap, araştırma ve yazılar sol hareketin yükseldiği, sosyalistlerin halkın içinde bir umud, bir alternatif olarak çıktığı zamanlarda ortaya çıkıyor ve hiçbir biçimde devleti suçlamadan, devlete toz kondurtmadan sadece sosyalistleri, devrimcileri suçluyor. Objektif bir biçimde araştırılması, sorgulanması gereken konularda bu şekilde birilerinin çıkarlarına heba ediliyor. Umarım bu konuda da, diğer bir çok konuda da objektif yayınlar çıkacaktır.

Şiir; Hüseyin Kaytan Levhalar Kitabı



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder