"Bedri
öldükten
İki sene
Beş ay
Yirmi gün sonra
Parti kararıyla itibarı iade edildi
Ateş emri veren komutan duydu
Bedri yoldaş duymadı."
İki sene
Beş ay
Yirmi gün sonra
Parti kararıyla itibarı iade edildi
Ateş emri veren komutan duydu
Bedri yoldaş duymadı."
Uzun
zaman önce izlediğim
“Kapımdaki Düşman”
adlı filmin açılış
sahnesinde Volga nehrini geçen
Sovyet askerlerinin Stalingrad'a giriş
anı gösteriliyordu.
Bu sırada,
bulundukları teknelerden atlayıp karaya çıkmak
istemeyen, geri dönüp
kaçmak isteyen Sovyet askerlerinin üstleri tarafından
vurulmaları o gün
bana çok ters ve saçma gelmişti.
Bir
devrimci başka
bir devrimciyi nasıl vurur?
Nasıl
bu şekilde aynı yoldaşını öldürebilir?
Ancak
aynı
dönemde
hem okudğum
kitaplar hem de konuştuğum insanlardan bu durumun gerçek
olduğunu
anlamıştım.
Evet,
bir devrimci, daha bir kaç saat önce yanyana çay içtiği
bir yoldaşına bunu yapabilirdi. Hele ki savaş ortamında isen bu
daha yakıcı bir gerçek
olarak ortada duruyordu. Ancak
bu yapılanların hepsi doğru, hepsi iyi değildi. Olmuyordu da.
Savaş ortamında, kısıtlı imkanların arasında yapılan bu tip
eylemlerin içinde en dikkat çekeni ise, “hain, işbirlikçi”
gibi tanımlar ile insanların öldürülmesidir herhalde. Bir insan
nasıl hain olur, nasıl hain suçlaması ile karşılaşabilir.
Bugüne kadar bununla alakalı ciddi bir araştırma olduğunu
sanmıyorum. Insanın nasıl o güne kadar büyük bir inançla
savunduğu bir düşünceyi bir anda terk etmesi ciddi
araştırmaların, ciddi yoğunlaşmaların sonucu ortaya çıkacaktır.
Pişmanlık!
Bir
şeyden vazgeçmenin, o güne kadar yaptığı bir eylemin (eylem
geniş anlamıyla kullanıldı) ardından onun yanlış olduğuna,
yapılmaması gerektiğine ve yapmış olmanın suçluluğuna ilk
adım. Aslında çok insani bir duygu pişmanlık. Herkes pişman
olabilir, olmuştur da. Pişman olmanın hiçbir yanlış yanı yok
ancak sorun sonradan pişmanlık duygusunun yerini alan duygu ve
davranışlarla başlıyor.
Pişman
olan insan için yapılacak iki şey vardır; birincisi bu pişman
olduğu eylemi veya davranışı sorgulayıp onu düzeltme yoluna
gitmek, ikincisi ise, bu eylem veya davranışı birilerinin üzerine
atıp kendi eksikliklerini, kendi hatalarını saklamaya çalışmak.
İhanet'te bu noktadan sonra başlıyor zaten. Ihanet eden insan
kendi pişmanlıklarını başkalarının üzerine yıkıp, içinde
olduğu o "ihanetçilik" sıfatından kendince kurtulmak
ister. Bunun içinde elinde olan her imkanı kullanır.
Yoldaşını
Öldürmek kitabının yazarı da bunu yapıyor işte. Elinde olan
her imkanı kullanarak, üzün bir dönem savunduğu görüşlerin ne
kadar da yanlış, ne kadar da kötü olduğunu, aslında bu
görüşlerin insanı insanlıktan nasılda çıkarttığını ispat
etmeye çalışıyor. Bunu yaparken de kitabın her satırında
kendini aklamayı unutmuyor.
Aslında
kitap uzun zamandır çok tartışılmayan bir konuyu, örgütlerin
içinde gerçekleşen infazları, infaz edilenlerin hikayelerini
anlatmak amacıyla çıktığını söylüyor. Kitap içerisinde 12
kişinin hikayesi var. Bunların hepsi örgütler tarafından "hain",
"işbirlikçi", "devrim kaçkını" gibi
suçlamalarla infaz kişiler. Bu kişilerin bazılarının daha
sonraları itibarları iade ediliyor. Ölüm emrini veren parti
hatasını kabul ediyor. Bu infazlar, bu infazlarda yaşanan yanlış
tutumlar saklanmayacak, itiraz edilmeyecek kadar açık. Ancak burada
yazar, öldürülen bu insanların hesaplarını sormuyor, sormak
istediğini de sanmıyorum. Kitap daha ilk sayfalarından itibaren
yazarın kendini aklama çabasına bir araç olmaktan öteye
geçmiyor. Bu aklama çabasında da devrimci örgütler tamamen
"şeytan", "devletle anlaşmış, insanların
beyinlerini yıkayarak kullanan" ucube örgütlere dönüşüyor.
Kitabın başlarında cezaevleri için devletin yıllarca müdahale
etmek için kullandığı "örgüt kampı" tabirini
kullanarak tarafını belli eden yazar, içeride örgüt
yöneticilerinin hiçbir şekilde eleştirilemediğini, tanrı gibi
görüldüğünü ima ederek, hatta söyleyerek herkesin de bu durumu
kabullendiğini ancak bir tek kendisinin karşı çıktığını
açıklıyor. Yazar bununla da kalmıyor, daha ilk sayfalarda
örgütleri devlet ile işbirliği içinde olmakla suçluyordu.
"Devlet
dışarıda dağda hergün katliamlar yaparken, hapishanede bizlere
neden dokunmuyor ya da dokunamıyor? Bu sorunun cevabını
bulamıyordum. Hapishaneydik ama kapatmanın dışında devletin
memurları iç yaşamımıza dokunmuyordu, adeta aradan
çekilmişlerdi.(..) Örgüt sorumlularına sorsanız, "direnerek
kazanlık bu hakları" diyorlardı. "
Direnerek
hiçbir şeyin kazanılacağına ikna olmayan yazar bu konuya delil
olarakta yaşanan infazları gösteriyordu. Ancak nedense yazar,
dünyanın her yerinde devrimci tutsakların direnerek bir çok şeyi
kazandıklarını görmezden geliyor, hiç bunlardan bahsetmiyordu.
Kitabın başka bir bölümünde ise bu inanmadığı direnişle
kazanılan haklardan biri olan -ölüm orucu eylemleri sonrası
kapatılmıştı- tabutluklarıyla ünlü Eskişehir cezaevinin
yeniden açılmasını da devrimci örgütlerin yanlışlarından
biri olarak gösteriyordu. Direnerek birşey kazanılmaz diye düşünüp
sonra da kazanımları kaybediyorlardı diye eleştirmekte yazarın
sosyalistleri karalama da nasıl ileri gittiğini gösteriyordu.
Yazarın
anlattığı ilk infazın yanlışlığına dair delil olarak o
dönemde cezaevine giren Yalçın Küçük'e polisin söylediklerini
göstermesi ise kitabın objektif olmadığını gösteriyor. Polisin
insanı nasıl yanlış yönlendirdiğini, işkencelerde insanlara
yalan yanlış ifadeler imzalattığını görmezden gelerek çok
rahat bir biçimde kendisine delil olarak kullanmaktadır. Burada
kısa bir ara verelim; uzun zaman önce bir kitap okumuştum, "Kürt
Halkına Karşı Nasıl Savaştık" adında kısacık bir
kitaptı. Bir askerin Kürdistan da yaşadıklarını, tanık olduğu
infazları anlattığı bir kitap. Ancak kitabın her yerinde, her
satırında yazan askerin "ben katılmadım", "ben
bunları yapmadım" cümlelerine tanık olabilirdiniz. Yazar, bu
suçlardan pişmanlık duyup bunları açıklarken kendi üzerindeki
suçları da başkalarına atmakta hiçbir sakınca görmüyordu.
Tıpkı bu kitapta olduğu gibi.
Yazar,
kitabın her satırında devrimcilere, devrimci örgütlere kinini
kusmaktan geri durmuyor. Sorgul'un infazının anlatıldığı
bölümde PKK içerisinde kadına eziyet edildiği, kadının hor
görüldüğü gibi imalar ise tam anlamıyla yazarın içinde
bulunduğu içler acısı durumu gözler önüne seriyor. Tıpkı bir
zamanlar çıkan "PKK de kadın olmak" kitabında anlatılan
ve devletin söylemiyle birebir uyum sağlayan yalan yanlış
hikayeler gibi.
Kendisini
her şekilde işin dışında tutan, partiyi eleştirenlerin infaz
kararının verildiğini söyleyen yazar, kendisinin nasıl olup bu
infaz cenderesinden kurtulduğunu ise açıklamamıyor. Bunun yerine
tek doğrunun kendisi olduğunu, kendisinin dışında hiç kimsenin
doğru söylemediğini, kimsenin o infazlara ses etmediği söylüyor,
hatta kitabın bir yerinde bu iddialarını daha da ileriye
götürerek;
"Özgürlük
mücadelesi veren bir örgüt, ironik biçimde köle insan yaratma
çabası içindeydi"
sözleriyle nerede durduğunu da belli ediyordu. Bununla da durmayan
yazar, üyesi olduğu iddiası ile yakalandığı partiden ihraç
edilip başka bir cezaevine gönderilmesini de örgütün devletle
anlaşmasına bağlıyor, bunu da yine kendine çevirmeyi ihmal
etmiyordu.
"Örgüt
hapishane idaresine baskı uyguladı, devletle anlaştı, beni
örgütlerin olduğu bri hapishaneye değil, buraya göndertti.(..)
Hayatımda örgütle devletin bir konuda uzlaştığını gördüm, o
da benim durumumla ilgiliydi"
Örgüt
içi infazları anlatma iddiasıyla ortaya çıkan kitap, yazarın
kendisini övdüğü, devrimci örgütlere sövdüğü, devlete ise
"ayıp olmasın" diye dokunduğu bir kitaptan öteye
geçmemiş durumda.
Kitabın
bir yerinde mahkemeye çıktığı bir yerde devrimci örgütlerin
kendisini istemediğini görünce yıkıldığını söyleyen yazar,
orada bir adli tutsağın kendisini yanına çağırması ile
kafasında bir çok şeyin değiştiğini, adli tutsakların daha
insan olduklarını gördüğünü söylüyor. Bununla da yetinmeyip,
yozlaşma anlamında bir eleştiri kavramı olan "adlileşme"
kavramını da örgütlerin insanları aşağılamak için
kullandığından bahsediyor. Kendi geçmişine bu kadar söven, bu
kadar geçmişini aşağılayan insana ne denir biliniyor. Sırf
devrimci bir örgüte saldırmak için, yapmadıklarını yapmış
gibi göstermek tam anlamıyla aymazlıktır. Art niyetli
yaklaşımdır. Zaten kitabın tamamında da bu kendini açıkça
göstermektedir.
Tabutluklara,
cezaevlerinde hat safhaya ulaşmış baskılara karşı yapılan ölüm
orucu ve süresiz açlık grevi eylemlerine bakışı bile bunu tek
başına göstermektedir. Kitabın sonlarında ele aldığı ölüm
orucu direnişini yazar şu sözlerle açıklıyor;
"Bu
ve buna benzer nedenlerden ötürü, 96 ölüm orucunun
hapishanelerdeki kötü uygulamalara karşı yapıldığını
düşünmedim hiçbir zaman. Bu eylemin asıl iki büyük amacı
vardı. Bunlardan biri, iktidar oldukları Bayrampaşa hapishanesi
gibi hapishanelerde var olan durumu korumak, dışarıda ise sürekli
polis operasyonlarıyla darbe yiyen, örgüt içi bölünmeler
sonucunda ise küçülen ve dağılma noktasına gelmiş olanların,
içeriden direnerek ( gerekirse bunun için ölerek) dışarıdaki
örgütü kurtarma girişimi olarak değerlendirmek bana daha
gerçekçi gelmiştir"
Yazar
bu alıntıda da belli olduğu gibi kendini aklama uğruna ölen
insanları çok rahat bir biçimde kullanmaktadır. Burada şunu da
söylemekte yarar var, derdim bu ölümler olmamıştır ya da hepsi
haklıdır demek değil, böyle birşeyi söyleyemem de! Bu ölümler
oldu ve bu ölümlerin bazıları gerçekten haksız yere oldu. Bu
ölümlerin hatta sadece bu ölümlerin değil, bütün yanlışların
araştırılması, ortaya çıkarılması gerekli. Ama bunlar
üzerinden birileri kendilerini aklamamalı! Ölen bu insanların
üzerinden kendini aklamaya çalışmak, yanlış uygulanan kararlar
kadar kötü ve yanlıştır. Ancak bunlar bu şekilde birilerinin
kendini aklama çabasına alet edilmeden, objektif bir şekilde
yapılmalı. Hem de bir an önce yapılmalı. Yoksa bunun gibi
yazılar, kitaplar çıkmaya devam edecek, bu ülkede ne kadar iyi
şey olmuşsa içinde büyük katkısı olan devrimciler hep
hakaretlere mazur kalacaktır. Birde nedense bu tip kitap, araştırma
ve yazılar sol hareketin yükseldiği, sosyalistlerin halkın içinde
bir umud, bir alternatif olarak çıktığı zamanlarda ortaya
çıkıyor ve hiçbir biçimde devleti suçlamadan, devlete toz
kondurtmadan sadece sosyalistleri, devrimcileri suçluyor. Objektif
bir biçimde araştırılması, sorgulanması gereken konularda bu
şekilde birilerinin çıkarlarına heba ediliyor. Umarım bu konuda
da, diğer bir çok konuda da objektif yayınlar çıkacaktır.
Şiir; Hüseyin Kaytan Levhalar Kitabı
Şiir; Hüseyin Kaytan Levhalar Kitabı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder